1960 Darbesi

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk darbesi, 27 Mayıs 1960‘da, Demokrat Parti‘nin (DP) “Türkiye’yi baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü” gerekçesiyle, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki bir grup subayın ülke yönetimine el koymasıyla gerçekleşti.

Türkiye’de 1946 yılında çok partili hayata geçilmesinin ardından 1950 yılında iktidara gelen DP, 10 yıl iktidarda kaldı. DP iktidarının son dönemlerinde ülkede yaşanan gerilim, zaman zaman şiddetle kendisini gösterdi.

Muhalefet partisi CHP’nin genel başkanı İsmet İnönü, bazı yurt gezilerinde saldırıya uğradı. Üniversite öğrencileri, hükümet aleyhine gösterilere başladı. İstanbul Beyazıt Meydanı’nda üniversite öğrencilerinin eylemi sırasında Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz, polis kurşunuyla hayatını kaybetti.

Ülkede yaşananlar nedeniyle İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim ilan edildi. Ankara’da, 5 Mayıs 1960’da bir öğrenci grubu, ”555K” yani “5’inci ayın 5’inde saat 5’te Kızılay’da” koduyla gösteri düzenledi. 21 Mayıs’ta da Harp Okulu öğrencileri sokağa çıktı ve Zafer Anıtı’na kadar ”sessiz” yürüyüş yaptı.

Bildiriyi Alparslan Türkeş okudu

Olaylardan rahatsızlık duyan Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki bazı general ve subayların oluşturduğu 38 kişilik Milli Birlik Komitesi, “DP’nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü” gerekçesini ileri sürerek, 27 Mayıs sabaha karşı yönetime el koydu. Kurmay Albay Alparslan Türkeş tarafından Ankara Radyosu’ndan okunan bildiriyle ”ihtilal” duyuruldu.

Bildiride, şöyle denildi:

“Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekata Silahlı Kuvvetlerimiz; partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak, idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır.”

Cumhurbaşkanı, Başbakan gözaltında

Milli Birlik Komitesi, Anayasa ve TBMM’yi feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, hükümet üyeleri, DP’li milletvekilleri, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun ile asker ve bazı üst düzey kamu görevlileri gözaltına alındı.

Menderes, aynı gün yurt gezisi kapsamında bulunduğu Kütahya’da, Albay Muhsin Batur tarafından gözaltına alınarak Ankara’ya götürüldü ve daha sonra diğer tutuklu DP üyeleriyle Yassıada’da hapsedildi.

Yassıada’daki yargılamalar ise 14 Ekim 1960’ta başladı, 15 Eylül 1961’de karara bağlandı. Toplam 19 dosyada toplanan davalar, “anayasayı ihlal” davasıyla birleştirildi. 592 sanıktan 288’i için idam istendi. Kararı açıklayan Yüksek Adalet Divanı, 15 sanığı idam cezasına çarptırdı.

Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, eski Başbakan Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idam kararları oy birliğiyle alındı. 77 yaşındaki Bayar hakkındaki karar, yaş haddi nedeniyle müebbet hapis cezasına çevrildi.

Eski TBMM Başkanı Refik Koraltan, eski TBMM Başkanvekilleri Agah Erozan, İbrahim Kirazoğlu, eski Tahkikat Komisyonu Başkanı Ahmet Hamdi Sancar, eski Tahkikat Komisyonu üyeleri Nusret Kirişçioğlu, Bahadır Dülger, eski bakanlardan Emin Kalafat, eski milletvekilleri Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman ile eski Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun hakkındaki idam kararları ise oy çokluğuyla alındı.

Aralarında eski bakan, eski milletvekilleri, Tahkikat Komisyonu üyeleri, İstanbul Valisi ile İstanbul Belediye Başkanı’nın da bulunduğu 31 sanık hakkında ise müebbet hapis cezası verildi. Sanıklardan 92’sine 6 ile 20 yıl arasında ağır hapis, 94’üne de 5 yıl ağır hapis cezası verildi. Sanıkların bazıları kısa süreli hapis cezaları alırken, bazı sanıklar ise beraat etti.

Birçok yabancı ülke lideri, idamların durdurulması için Cemal Gürsel başkanlığındaki Milli Birlik Komitesine defalarca çağrıda bulundu. Bunun üzerine Komite, Celal Bayar, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu dışındakilerin idam cezasını affetti.

77 yaşındaki Celal Bayar’ın cezası yaş haddi nedeniyle ömür boyu hapse çevrildi. Yassıada’dan Kayseri’ye nakledilen Bayar, 7 Kasım 1964’te rahatsızlığı nedeniyle tahliye edildi. 1883 doğumlu Bayar, 22 Ağustos 1986’da 103 yaşında İstanbul’da hayatını kaybetti.

Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961’de sabaha karşı, o gün başarısız bir intihar girişiminde bulunan Adnan Menderes ise İmralı Adası’nda 17 Eylül 1961’de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden “sağlam raporu” alındıktan sonra saat 13.21’de idam edildi.

İtibarı 1990’da iade edildi

TBMM tarafından 11 Nisan 1990’da kabul edilen kanunla, Adnan Menderes ve onunla idam edilen arkadaşlarının itibarları iade edildi.

Aynı kanun uyarınca Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun naaşı 17 Eylül 1990’da İmralı’dan alınarak, devlet töreniyle İstanbul Vatan Caddesi’nde yaptırılan anıt mezara taşındı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk darbesinin üzerinden 52 yıl geçtikten sonra 11 Nisan 2012’de, TBMM’de Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu kuruldu.

1971 Muhtırası

Cumhuriyet tarihinde demokrasiye vurulan ikinci darbe olarak değerlendirilen 12 Mart 1971 Muhtırası’nın üzerinden 47 yıl geçti.

AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, Cumhuriyet’in ilanının ardından, çok partili hayata geçişin sancılarını yaşayan Türkiye’de ilk askeri darbe 27 Mayıs 1960’da yaşandı.

Türk Silahlı Kuvvetlerinden bir grup subayın Demokrat Partinin (DP) “Türkiye’yi baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü” gerekçesiyle ülke yönetimine el koyduğu darbe, eski Başbakan Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idamıyla sonuçlandı.

Bu darbe sonrasında ülkede yaşanan çalkantılı süreç, sağ-sol olaylarının ve toplumsal gerilimlerin artmasına yol açtı. 16 Şubat 1969’da Türkiye siyasi tarihine “kanlı pazar” olarak geçen önemli bir gelişme yaşandı. İstanbul’a demirleyen Amerikan 6. Filo’sunu protesto sırasında yaşanan olaylarda 2 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı.

Dönemin tartışma yaratan bir diğer konusu ise anayasa değişikliğiyle “DP’lilerin siyasi haklarının iade edilmesine” yönelik TBMM’ye verilen teklif oldu. Ana muhalefet partisi CHP’nin de olumlu baktığı bu teklife, silahlı kuvvetler karşı çıktı.

Yaşanan büyük tartışmalar üzerine anayasa değişikliği teklifi komisyondan geri çekilerek, genel seçime gidildi.

Süleyman Demirel’in liderliğindeki Adalet Partisi, 1969 genel seçimlerinde büyük başarı kazanarak tek başına iktidar oldu. Demirel’in başbakan olduğu bu seçimde, 143 milletvekili çıkaran CHP, ana muhalefette kalmaya devam etti.

İşçi hareketleri

12 Mart Muhtırası’na giden süreci hazırlayan olaylardan biri de 15-16 Haziran 1970’te yaşanan büyük işçi eylemleri oldu.

Adalet Partisi ve CHP iş birliğiyle, çalışma yaşamını ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı İş Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası’nda yapılan değişiklik, başta DİSK olmak üzere çeşitli sendikaların tepkisini çekti.

“Sendikal örgütlenme ve grev hakkının kısıtlanacağı” gerekçesiyle onbinlerce işçinin başta İstanbul olmak üzere Türkiye genelinde başlattığı yürüyüş ve eylemlere polis müdahale etti. Olayların büyümesi üzerine Bakanlar Kurulunca İstanbul ve Kocaeli’de sıkıyönetim ilan edildi.

Bu süreçte, bazı sanayi bölgelerinde polisin yanı sıra askeri birlikler de güvenlik önlemlerinde görev aldı.

Öğrenci olayları

Siyasi krizler ve işçi sendikaları tarafından gerçekleştirilen eylemlerin yanı sıra öğrenci olayları da Demirel hükümetinin üstesinden gelmesi gereken konuların başında yer aldı.

Üniversitelerde karşıt görüşlü gruplar arasında çıkan ve emniyet güçlerince güçlükle bastırılan olaylarda, çok sayıda öğrenci yaralandı.

ODTÜ’yü 1969’da ziyarete gelen eski ABD Ankara Büyükelçisi Robert Komer’in arabasının öğrenciler tarafından yakılması da dönemin dikkat çekici olayları arasında yer buldu.

Ankara’da, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarınca 4 ABD askerinin kaçırılıp sonrasında serbest bırakılması da ülke gündemini meşgul eden olayların başında geldi.

Artan şiddet olayları ve huzurlukların yanına ekonomik sıkıntıların da eklenmesi Türkiye’de yeni sorunların önünü açtı. Ekonomisinin darboğaza girdiği bu dönemde halk da yoksullaşmaya başladı.

Darbenin ayak seslerinin duyulduğu bu süreçte Başbakan Demirel’in bir konuşmasında, “Türk Silahlı Kuvvetlerinin Cumhuriyet’in ve rejimin bekçiliği ve yurdun iç ve dış tehlikelere karşı savunulması görevlerini bırakıp memleket idaresini ele alması halinde, bizatihi korumakla mükellef oldukları rejim, Cumhuriyet ne hale gelir?” sözleri dikkati çekti.

Muhtıra TRT radyolarından okundu

Ordunun, 12 Mart 1971 günü sivil idareye müdahalesiyle demokratik süreç, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra bir kez daha kesintiye uğradı.

Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a bir muhtıra verilerek hükümet istifaya zorlandı.

Darbe, 12 Mart günü saat 13.00 sıralarında TRT radyolarından okunan muhtıra ile ilan edildi. “Parlamento ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.” ifadelerinin kullanıldığı muhtırada, şunlar kaydedildi:

“Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetlerinin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir. Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri, kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.”

Gezmiş ve arkadaşları idam edildi

Bu muhtıra sonrası Başbakan Süleyman Demirel istifa etmek zorunda kaldı. Türkiye, temel hak ve özgürlüklere önemli kısıtlamalar getirilecek “ara rejim” dönemine girdi.

Muhtıra sonrasında başlanan operasyonlarda birçok kişi gözaltına alınıp hapse atıldı. Çok sayıda işkence ve kötü muamele iddialarının ortaya atıldığı, demokrasinin kaybedildiği bu süreçte, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 6 Mayıs 1972’de idam edildi.

Dönemin CHP Kocaeli Milletvekili Nihat Erim, partisinden istifa ederek 26 Mart 1971’de başbakan oldu ve yeni hükümeti kurdu. Çok uzun ömürlü olmayan yeni kabine, yerini 22 Mayıs 1972’de Ferit Melen hükümetine bıraktı.

Süreç 12 Eylül’e götürdü

Melen hükümeti de bir süre sonra görevi bırakınca 15 Nisan 1973-26 Ocak 1974 yılları arasında görev yapan Mehmet Naim Talu hükümeti ülkeyi seçime taşıdı.

Talu’dan sonra Başbakanlık koltuğuna 37. Hükümet’i kuran Bülent Ecevit oturdu.

12 Mart 1971 Muhtırası’nın ardından 12 Eylül 1980 darbesine giden süreçteki 9 yılda, 11 hükümet değişikliği oldu.

Türkiye’yi 12 Eylül gibi yeni bir darbeyle tanıştıran bu süreç, “Türkiye’nin kayıp yılları” olarak hatırlanıyor.

1980 Darbesi

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi olan 12 Eylül askeri darbesinin üzerinden 37 yıl geçti.

AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilen son askeri darbesi olarak tarihe geçen 12 Eylül 1980 darbesinin başladığı, Cuma günü saat 03.59’da TRT radyosunun İstiklal Marşı ve sonrasında anons yapılmadan, Harbiye Marşı’nın çalınmasıyla anlaşıldı.

Marşın bitiminde Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzasıyla yayımlanan Milli Güvenlik Konseyi‘nin bir numaralı bildirisi okunmaya başlandı. Bu bildiriyi 5 bildiri daha izledi.

“Kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek…”

Türk demokrasisine darbe yapıldığının en resmi açıklaması ve gerekçesi ise dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Evren tarafından duyuruldu.

Evren, darbenin gerekçesini, “… Kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır.” ifadeleriyle anlatmıştı.

Darbenin Evren dışındaki uygulayıcıları ise Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun‘dan oluşan komuta kademesiydi.

Darbe gerekçeleri

TSK’nın emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği darbenin en önemli gerekçesi “güvenlik” oldu.

TBMM’nin 22 Mart 1980’de ilk turunu yaptığı Cumhurbaşkanlığı seçimini, 114 tur oylama yaptığı halde darbe gününe kadar sonuçlandıramamasının da etkili olduğu süreçte birçok cinayet işlendi.

Gazeteci Abdi İpekçi, Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul, DİSK ve Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler, MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak, Eski Başbakan Nihat Erim, Adalet Partisi İstanbul Milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu, CHP İstanbul Milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu, MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok ile eşi ve kızının öldürülmesi gibi çok sayıdaki siyasi cinayet, darbeci generallerin gerekçeleri olarak tarihe geçti.

6 Eylül’de Konya’da düzenlenen “Kudüs Mitingi” de darbe yönetimi tarafından “şeriatçı girişim” olarak gösterilmişti.

Hazırlıkları Genelkurmay Karargahı’nda yapıldı

Askeri darbenin hazırlıkları, Haziran 1980’den itibaren Genelkurmay Karargahı’nda yapılmaya başlandı.

Kod adı “Bayrak Harekatı” olan darbe, ilk olarak bütün ordu komutanlarına gönderilen emirle 11 Temmuz saat 04.00’te hayata geçirilmek istendi ancak 2 Temmuz’da Süleyman Demirel’in başbakanlığındaki hükümetin güvenoyu almasıyla plan ertelendi.

Aynı plan, yine aynı isimle 12 Eylül sabaha karşı uygulamaya konuldu, artık sokaklara palet ve postal sesleri hakimdi.

Emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilen bu darbe, 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi olarak tarihteki yerini aldı.

Siyasiler sürgüne gönderildi

12 Eylül askeri darbesi ile Süleyman Demirel’in başbakanı olduğu hükümet görevden alındı, TBMM lağvedildi. 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası uygulamadan kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı askeri dönem başladı.

Cuntacılar, 13 generali ülke genelinde ilan ettikleri 13 sıkıyönetim bölgesine komutan olarak atarken Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki derneklerin faaliyetleri de durduruldu.

Siyasi partileri de lağveden askeri yönetim, Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit‘i Hamzakoy’a, Necmettin Erbakan ile Alparslan Türkeş‘i ise Uzunada’ya sürgüne gönderdi. Siyasi yasaklar geldi.

Darbeye liderlik eden 5 generalin oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi, bütün yetkileri ele aldı. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Ulusu’ya kurdurulan hükümet, 21 Eylül’de göreve başladı.

Darbenin ardından geçen 3 yıl içinde önemli kanunların tamamına yakını değiştirildi ve askeri yönetimin belirlediği Danışma Meclisi tarafından hazırlanan Anayasa, yapılan “güdümlü” referandumla yüzde 92’lik “Evet” oyu aldı.

Halk oylamasında, Kenan Evren cumhurbaşkanı seçilirken askeri yönetim üyelerinin ömür boyu yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde, 2010’daki Anayasa değişikliği referandumuna kadar yürürlükte kaldı.

“Asmayalım da besleyelim mi?”

Yönetime el koyan cuntacı askerler, acısı yıllarca sürecek idamların kararını da verdi.

Darbeden sonra ilk idamlar, 9 Ekim 1980 tarihinde gerçekleşti. İlk olarak sol görüşlü Necdet Adalı, ardından ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi. Darbe öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen 17 yaşındaki Erdal Eren, 19 Mart 1980’ta idama mahkum edildi.

Darbeci Kenan Evren’in 17 yaşında astırdığı Erdal Eren için söylediği “Asmayalım da besleyelim mi?” sözü ise yıllarca unutulmadı.

Eren’in idam kararı, Yargıtay tarafından iki kere iptal edilmesine rağmen, Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan kararla ve yaşı büyütülerek 13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Ulucanlar Cezaevi’nde infaz edildi.

Milyonların hayatı etkilendi

Darbeden sonraki süreçte askeri yönetim, milyonlarca kişinin hayatını etkileyen kararların altına imza attı ve yıllar sürecek travmalara neden oldu.

Darbe sürecinde 650 bin kişi gözaltına alındı, açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 binden fazla kişi için de idam cezası istendi. Bunlardan 517 kişiye idam kararı verilirken kararların 50’si uygulandı. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılırken yaklaşık 100 bin kişi, örgüt üyesi olma suçundan yargılandı, 30 bin kişi ise “sakıncalı” olduğu iddiasıyla işten çıkarıldı.

İşkence ve faili meçhullerin çokça yaşandığı dönemde bine yakın film yine sakıncalı bulunduğu için yasaklandı, 4 bine yakın öğretmen, çok sayıda üniversite görevlisinin işine son verildi. Yüzlerce gazeteci için de binlerce yıla varan hapis cezaları istendi.

Yargılama yolu yine 12 Eylül’de açıldı

12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra yürürlüğe giren, “Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin yargılanamayacağı”na dair Anayasa’nın geçici 15. maddesi, 12 Eylül 2010’daki referandumun ardından kaldırıldı.

12 Eylül darbesinin sorumluları ile bu kişilerin emir ve talimatlarını uygulayanlar hakkındaki suç duyurularının ardından, darbe döneminin Genelkurmay Başkanı, Yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya 4 Nisan 2012’de, darbeden 32 yıl sonra yargılanmaya başlandı. Yargıtayda temyiz istemi görüşülen dava, iki ismin hayatını kaybetmesinin ardından düştü.

Referandumdan sonra yapılan anayasa değişikliğiyle “Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin yargılanmayacağını düzenleyen Anayasa’nın geçici 15. maddesi” yürürlükten kaldırıldı. Türkiye genelinde birçok kişi ve örgüt, darbenin sorumluları ile bu kişilerin emir ve talimatlarını uygulayanlar hakkında soruşturma başlatılması için suç duyurusunda bulundu.

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinin, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma kapsamında, Evren ile Şahinkaya hakkında hazırladığı iddianameyi, 10 Ocak 2012’de kabul etmesiyle Türkiye tarihinde ilk kez bir darbenin sorumluları yargı önüne çıktı. İddianamede iki komutan, ”Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve anayasa ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek” ile suçlandı.

İlk duruşması, Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinde, 4 Nisan 2012’de görülmeye başlanan davaların duruşmalarına, Evren ve Şahinkaya, sağlık durumlarını gerekçe göstererek katılmadı. Davanın bundan sonraki duruşmalarında her iki isim de savunmalarını, tedavi gördükleri hastanelerden sesli ve görüntülü iletişim sistemi üzerinden yaptı.

Evren ve Şahinkaya, savunmalarında, suçlamaları kabul etmeyerek, kurucu iktidar olduklarını, mevcut mahkemelerin kendilerini yargılayamayacağını savundu.

AYM, başvurularını “kabul edilemez” buldu

Evren ve Şahinkaya 13 Şubat 2013’te, dava nedeniyle haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine (AYM) bireysel başvuruda da bulundu. İki eski komutan, davanın görüldüğü Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesine, ”12 Eylül iddianamesinin ve kamu davasının hukuken yok hükmünde olduğunun tespiti” için dilekçe verildiğini ancak mahkemece bu istemin reddedildiğini gerekçe gösterdi. AYM, 26 Haziran 2014’te Evren ve Şahinkaya’nın başvurusunu, olağan kanun yolları tüketilmediğinden kabul edilemez buldu.

Dava devam ederken Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la birlikte Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi kapatılınca dava, Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesine devredildi.

Savcı müebbet istedi

Cumhuriyet Savcısı Erdinç Hakan Özdabakoğlu, 12 Eylül Davası’nda verdiği esas hakkındaki görüşte, sanıklar Evren ve Şahinkaya’nın, 765 sayılı TCK’nın “Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler” başlıklı 146. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmalarını istedi.

Mahkeme Başkanı Oktay Saday’ın açıkladığı hükme göre Evren ve Şahinkaya, “21 Aralık 1979’da dönemin Başbakanı’na verdikleri muhtırayla Anayasa’yı ve TBMM’yi ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçundan, 12 Eylül 1980’de de cebren Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı tağyir, tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül eden TBMM’yi ıskat ve cebren men suçundan eylemlerine uyan 765 sayılı TCK’nın 146/1. maddesi gereğince” ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Takdiri indirimle bu cezalar, “müebbet hapis cezası”na çevrildi.

Evren ve Şahinkaya hakkında, Askeri Ceza Kanunu’nun “askeri rütbelerin sökülmesi”ne ilişkin 30. maddesinin de uygulanmasına karar verildi.

Kararın ardından Evren ve Şahinkaya’nın avukatı, 24 Haziran 2014’de kararın bozulması istemiyle temyiz dilekçesini Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesine verdi. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, temyiz incelemesi sürerken Evren, 10 Mayıs 2015’te tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisinde 98 yaşında, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Şahinkaya da 9 Temmuz 2015’te 90 yaşında hayatını kaybetti.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, temyiz incelemesinde, sanıkların ölümleri nedeniyle davanın düşürülmesine karar verdi.

Dosya, Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderildi.

28 Şubat Post-modern Darbesi

“Postmodern darbe” olarak nitelendirilen 28 Şubat 1997‘deki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının üzerinden 21 yıl geçti.

Yeni bir siyasi dönemin kapısını aralayan ve yoğun tartışmalara neden olan 28 Şubat’a giden süreçte Türkiye, tarihinin önemli günlerinden birini yaşadı.

Necmettin Erbakan‘ın başbakanlığında, Refah Partisi (RP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) arasında 28 Haziran 1996’da kurulan 54. Hükümet’te, DYP Genel Başkanı Tansu Çiller Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak görev aldı.

“Rejimin tehdit edildiği” görüşünün sık sık dillendirildiği bu dönemde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Erbakan’ın, 24 Ocak 1997’de Kayseri’ye yaptığı gezi sırasında, tek tip elbise giyip bere takan il örgütü görevlileriyle ilgili partiye uyarıda bulundu. Söz konusu durumun “Siyasi Partiler Yasası’na aykırı olduğunu” ifade eden Başsavcılık, RP Kayseri İl Yönetim Kurulunun 30 gün içinde görevden el çektirilmesini istedi.

Başsavcılılık, “fesih işleminin yapılmaması halinde, RP hakkında kapatma istemiyle dava açılacağını” da partiye iletti.

RP’li Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın 31 Ocak 1997’de düzenlediği “Kudüs Gecesi”nde İran’ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri’nin de katılarak bir konuşma yapması ve sergilenen gösteriler, “rejim tartışmalarının” daha da alevlenmesine yol açtı.

Başbakan Erbakan, 1 Şubat 1997’de, kamuoyundan yükselen itiraz sesleri ve DYP’li bazı bakanların “İmza atmayız” tepkisine rağmen “üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakan” kararnameyi Bakanlar Kurulunda imzaya açtı.

Soruşturma açılıyor

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcılığı, tepkilere yol açan “Kudüs Gecesi”ni düzenleyen RP’li Belediye Başkanı Yıldız hakkında 2 Şubat 1997’de ayrı ayrı soruşturma başlattı.

Söz konusu gecede konuşan İran’ın Ankara Büyükelçisi Bagheri, 3 Şubat 1997’de Dışişleri Bakanlığına çağrılarak protesto edildi.

Tanklar Sincan sokaklarında

Yaşanan bu gelişmeler içerisinde, 28 Şubat sürecinin unutulmayacak görüntüleri olarak tarihteki yerini alan “Sincan’dan tankların geçmesi” olayı yaşandı.

Sincan’da 4 Şubat 1997’de 15 tank ve 20 kariyer, ilçeden geçerek Yenikent’teki tatbikat alanına gitti.

“Askerin uyarısı” olarak değerlendirilen bu gelişme, Sincanlılar tarafından “darbe oluyor” şeklinde algılanarak, şaşkınlığa yol açtı.

Yaşanan gelişmeler üzerine harekete geçen dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener, Sincan’dan tankların geçtiği gün Belediye Başkanı Yıldız’ı görevden uzaklaştırdı.

Ankara DGM’deki sorgusunun ardından Terörle Mücadele Şubesince gözaltına alınan Yıldız, beraberindeki 9 kişiyle “yasa dışı silahlı çeteye yardım, halkı kin ve düşmanlığa tahrik” iddiasıyla tutuklandı.

Siyasi tartışmalar

Tüm bu olup bitenler dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de dahil olduğu ciddi siyasi tartışmalara yol açtı.

Dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, yaşanan süreçten duyduğu rahatsızlığı Başbakan Erbakan’a iletti. Gelişmeler, koalisyon ortakları arasında çatlağa yol açtı.

Siyasiler arasında yaşanan gerginlik, toplum tabanında da karşılık buldu. Bu kapsamda, sivil toplum örgütlerinin kadın temsilcileri tarafından Ankara’da geniş katılımlı bir miting düzenlendi.

İran Büyükelçisi Bagheri ise Kudüs Gecesi’ndeki konuşmalarının ardından artan tepkiler üzerine ülkesine gitmek zorunda kaldı.

“Balans ayarı yaptık” açıklaması

Kudüs Gecesi’nden 4 gün sonra İçişleri Bakanlığına bir yazı gönderen dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, “Belediyelerdeki köktendinci kadrolaşmanın derhal incelenmesini” istedi. Bunun üzerine İçişleri Bakanı Meral Akşener, valiliklere gönderdiği yazıda “Cumhurbaşkanı’na bilgi verilmek üzere” konunun araştırılması talimatını verdi.

Başbakan Erbakan, 21 Şubat 1997’de Cumhurbaşkanı Demirel ile yaptığı görüşme sonrasında “Türkiye’nin rejim meselesi yok.” açıklaması yaptı.

Aynı gün, Washington’da Türk-ABD Konseyi kapanış balosunda konuşan dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, yıllarca zihinlerden silinmeyecek “Sincan’da demokrasiye balans ayarı yaptık.” açıklamasını yaptı.

Tartışmaların en yoğun döneminde, Cumhurbaşkanı Demirel’in 26 Şubat’ta Başbakan Erbakan’a “rejim konusunda endişelerini dile getiren bir mektup gönderdiği” otaya çıktı.

8 saat 45 dakikalık toplantı

Yaşanan tüm bu gelişmelerin ışığında, 28 Şubat 1997’de MGK, Cumhurbaşkanı Demirel’in başkanlığında toplandı.

MGK tarihinin en uzun toplantılarından biri olan, Türkiye’ye siyasal ve sosyal anlamda yeni bir istikamet çizen bu tarihi toplantı, 8 saat 45 dakika sürdü. Çankaya Köşkü’nde saat 15.10’da başlayan toplantı, saat 23.55’te sona erdi.

MGK toplantısına Başbakan Necmettin Erbakan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, İçişleri Bakanı Meral Akşener ile Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hikmet Köksal, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ahmet Çörekçi, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman ve MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç da katıldı.

Toplantıda, MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Onur Öymen, Emniyet Genel Müdürü Alaaddin Yüksel, Olağanüstü Hal Bölge Valisi Necati Bilican ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Necdet Seçkinöz, Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral Çetin Taner ile MGK Genel Sekreter Başyardımcısı Korgeneral Necdet Timur da hazır bulundu.

4 maddelik MGK bildirisi

Toplantı sonrasında yayımlanan 4 maddelik MGK bildirisinde özetle “Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı yıkıcı ve bölücü grupların, laik ve anti-laik ayrımı ile demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendiklerinin müşahede edildiği” belirtilerek, “Anayasa ve Cumhuriyet yasalarının uygulanmasından asla taviz verilmeyeceği” vurgulandı. Bildirinin en dikkati çeken ifadeleri ise şunlar oldu:

“Toplantıda bilhassa Anayasa ile Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olarak belirlenen Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı çağ dışı bir kisve altında zemin oluşturmaya yönelik rejim aleyhtarı faaliyetler de gözden geçirilmiş; Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş medeniyet yolunda, demokratik sistem içerisinde ilerlemesini teminat altına alan Anayasa ve Cumhuriyet yasalarının uygulanmasından asla taviz verilmemesi gerektiği; Anayasa’nın tanımladığı Cumhuriyet’in demokratik, laik ve sosyal hukuk devlet ilkelerinin sağlıklı bir şekilde düzenlenmesine imkan sağlayacak güvenlik, huzur ve toplumsal barışın önem ve öncelik taşıdığı; Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı yıkıcı ve bölücü grupların laik ve anti-laik ayrımı ile demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendikleri; Türkiye’de laikliğin sadece rejimin değil aynı zamanda demokrasinin ve toplumun huzurunun da teminatı ve bir yaşam tarzı olduğu; devletin yapısal özünü oluşturan sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri anlayışından vazgeçilemeyeceği, yasalarla belirlenmiş kuralların gözardı edilerek yapılan çağ dışı uygulamaların da hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacağı; Türkiye’nin 1997 yılı içinde AB’ye tam üye olacak ülkeler listesine girmeyi öncelikli bir hedef alarak sürdürdüğü, böyle bir dönemde resmi ve sivil kurum ve kuruluşların bu sürece katkıda bulunmasının gerekli olduğu, bu sebeple, demokrasimiz hakkında kuşkulara yol açacak, Türkiye’nin yurt dışındaki imajını ve itibarını zedeleyecek her türlü spekülasyona son vermek gerektiğini, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, demokratik insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk devleti olduğu yolundaki temel ilkelerinin Anayasamızın ve devletimizin teminatı altında olduğu; rejimin, kendisine ve geleceğine yönelik tartışmaların, içinde bulunduğumuz ortamda Türkiye’ye yarardan çok zarar verdiği; açıklanan bu esaslar aksine davranışların, toplumumuzda huzur ve güveni bozarak yeni gerginliklere ve yaptırımlara neden olacağı değerlendirilmiş, bu konularda alınacak ve alınması gereken tedbirlerin Bakanlar Kuruluna bildirilmesine karar verilmiştir.”

Erbakan kararları imzalamadı

MGK bildirisinin yayımlanmasının ardından, 1 Mart 1997’de askerlerin MGK toplantısına getirerek, hükümetten yapılmasını istediği 20 madde ortaya çıktı. Bu taleplerin arasında, “Temel eğitimin 8 yıla çıkması, imam hatip okullarının meslek okullarına dönüştürülmesi, irticai faaliyetlere karıştıkları için TSK’daki görevlerine son verilen askerlerin belediyelerde istihdam edilmesinin önüne geçilmesi” de vardı.

Erbakan, bu 20 maddedeki bazı ifadeleri kabul etmeyerek, kararları imzalamadı. 3 Mart’ta DYP’nin bazı önde gelen isimleri, hükümetten çekilme çağrısında bulundu.

Çiller, Başbakanlık’ta bir araya geldiği Erbakan’ı “MGK kararlarını imzalaması” konusunda iknaya çalıştı.

Bu süreçte bir basın toplantısı düzenleyen Erbakan, yeni hükümet arayışlarına tepki göstererek, “Hükümet TBMM’de kurulur, MGK’da kurulmaz” ifadelerini kullandı.

Bazı sivil toplum kuruluşları da açıklamalar yaparak, MGK kararlarına tam destek verdiklerini ifade etti.

DYP ve RP arasında yol ayrımı

Çiller, Erbakan’dan Temmuz 1997’de Başbakanlık görevini kendisine devretmesini istedi. Bu isteği reddeden Erbakan, 5 Mart 1997’de MGK kararlarını imzaladı. Çiller, Başkanlık Divanı toplantısında MGK kararları ve uygulanması konusunda TBMM’de genel görüşme açılması için Erbakan ile anlaştıklarını, genel görüşme önergesini hafta başında Meclise sunacaklarını açıkladı. Ancak diğer partilerin sert tepki göstermesi üzerine bu plan uygulanamadı.

Cumhurbaşkanı Demirel, MGK’nın anayasal ve kendine özgü bir kuruluş olduğunu vurgulayarak, “MGK kararlarının uygulanmaması halinde devletin yürümeyeceğini, uygulamayanların sorumlu olacağını” kaydetti.

Bunun üzerine Erbakan, MGK kararları için RP’li bakanlar Fehim Adak ve Şevket Kazan ile DYP’li Nevzat Ercan’dan oluşan bir “uygulama komitesi” kurdu.

Bundan sonraki süreçte, başta 8 yıllık kesintisiz eğitim olmak üzere MGK kararlarının uygulanmasında ortaya çıkan tartışmalar, DYP ve RP arasındaki yol ayrımını hızlandırdı.

RP’ye kapatılma davası

Başbakan Yardımcısı Çiller, DYP Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, MGK kararlarına direnilmemesini istedi. Bundan sonra DYP’de “hükümetten çekilelim” sesleri yükselmeye başladı.

Anayasa Mahkemesinin kuruluş yıl dönümünde konuşan Cumhurbaşkanı Demirel, “Kimse laik Cumhuriyet’e alternatif aramaya kalkışmasın” ifadelerini kullandı. Demirel, 22 Nisan’daki bir başka konuşmasında ise Türkiye’nin içinde bulunduğu krizden çıkış yolunu “seçim” olarak gösterdi.

MGK, 26 Nisan’da toplandı ve 28 Şubat’ta alınan kararların ne kadar uygulandığını belirleyebilmek için “İzleme Komitesi” kurulmasını kararlaştırdı. Bu komite, her ay MGK’ya bir de rapor sunacaktı.

Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, 21 Mayıs 1997’de “Anayasa’nın laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği açıklıkla anlaşıldığı” gerekçesiyle, RP’nin sürekli kapatılması istemiyle dava açtı.

Erbakan istifasını sundu

Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde 11 Haziran’da irticaya karşı “Batı Çalışma Grubu” oluşturuldu.

Haziranın 18’inde Başbakan Necmettin Erbakan ile yardımcısı Tansu Çiller, “giderek artan toplumsal gerginlik nedeniyle hükümetin nasıl devam edeceği” konusundaki görüşmelerinde uzlaştılar. Başbakanlığı Çiller devralacak, BBP hükümete girecek ve erken seçim yapılacaktı. Bu anlaşmadan sonra Erbakan aynı gün hükümetin istifasını Cumhurbaşkanı Demirel’e sundu.

Erbakan, Demirel ile görüşmesinde RP, DYP ve BBP’nin anlaştığını, Bakanlar Kurulu ve hükümet programının hazır olduğunu bildirdi ve hükümeti kurma görevinin Çiller’e verilmesini istedi.

Cumhurbaşkanı Demirel ertesi gün muhalefet lideri Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Deniz Baykal ve Hüsamettin Cindoruk ile görüştü, ardından da hükümeti kurma görevini ANAP Genel Başkanı Yılmaz’a verdi. Yılmaz’ın görevlendirilmesine RP, DYP ve BBP liderleri tepki göstererek, Demirel’i eleştirdi.

RP’nin siyasi yaşamı sona erdi

Demirel başkanlığında 25 Haziran’da gerçekleşen MGK toplantısı, Erbakan’ın katıldığı son MGK toplantısı oldu. 30 Haziran’da 55. Cumhuriyet Hükümeti, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın başbakanlığında kuruldu.

ANAP-DSP ve DTP ortaklığıyla kurulan hükümette DSP lideri Bülent Ecevit Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı.

MGK kararlarından en çok tartışılan 8 yıllık kesintisiz eğitim ile ilgili yasa tasarısı, 16 Ağustos 1997’de TBMM’de 242’ye karşı 277 oyla kabul edildi. 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulaması, 1997-1998 eğitim-öğretim yılının açıldığı 15 Eylül’den itibaren uygulanmaya başlandı.

Bu arada, Anayasa Mahkemesi RP’yi, 16 Ocak 1998’de “demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı davranarak, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve millet egemenliği ilkelerini çiğnediği ve irticai faaliyetlerin odağı olduğu” gerekçesiyle kapattı. Genel Başkan Necmettin Erbakan ile Şevket Kazan, Ahmet Tekdal, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan, İbrahim Halil Çelik’in milletvekillikleri düşürüldü ve 5 yıl siyaset yasağı konuldu.

22 Şubat 1998’de kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla RP’nin 14 yıl süren siyasi yaşamı sona erdi.

27 Nisan e-Muhtırası

HÜKÜMET DİK DURDU

E-muhtıra da denilen bildiri üzerine Başbakan Erdoğan başkanlığında gece acilen yapılan toplantıdan “dik duruş” kararı çıktı. Hükümet sözcüsü , ertesi gün Hükümetin hazırladığı karşı bildiriyle kamuoyunun önüne çıktı. Hükümet, Genelkurmay Başkanı’na “memur” olduğunu hatırlattı.Hükümet, Genelkurmay Başkanı’nın resmi olarak Başbakan’a bağlı olduğunu, görevleri itibarıyla Başbakan’a karşı sorumlu olduğunu hatırlattı. Hükümet’in dik durmasına büyük halk desteği geldi. Genelkurmay bildiriye karşı sessiz kalırken, dönemin komutanları kamuoyunda yükselen tepki sonrası bildiriyi savunamaz duruma geldiler. Tarihe ‘e-muhtıra’ olarak geçen 27 Nisan bildirisi nihayetinde Genelkurmay’ın sitesinden de kaldırıldı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapıldığı ilk turunun gecesinde yayımlanan ve 4 yıl boyunca sitede tutulan muhtıra, 30 Ağustos 2011’de veritabanından silindi.

MEDYANIN TAVRI

27 Nisan 2007’deki e-muhtıran konusunda medyanın bir bölümü çok kötü sınav verdi. Muhtıraya konu olan Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri ve Kur’an kurslarıyla ilgili servis edilen haberler Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Posta gibi gazetelerde yer aldı. Muhtıranın hemen ertesinde Cumhuriyet Mitingleri için gazetelerin attığı manşetler tek elden çıkmış gibiydi. 22 Temmuz 2007’de yapılan genel seçimlerde ise AK Parti yüzde 47’lik bir çoğunlukla yine tek başına iktidar oldu.

367 GARABETİ

2000 yılında seçilen 10. cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresi 16 Mayıs 2007’de doldu. Anayasa’nın 102. maddesine göre cumhurbaşkanı seçilebilmek için, ilk iki turda nitelikli çoğunluk (367 oy), sonraki iki turda ise salt çoğunluk (276 oy) aranıyordu. Ancak eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, 26 Aralık 2006’da Cumhuriyet’te yayımlanan yazısında, anayasada belirtilen 367’nin sadece karar yeter sayısı değil, aynı zamanda toplantı yeter sayısı olduğunu ortaya attı.

17-25 Aralık’tan 15 Temmuz’a FETÖ

Paralel örgütlenme ile başta siyaset, mülkiye, adliye, maliye, askeriye ve emniyet olmak üzere gizlice devletin tüm kılcal damarlarına sızan Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY), 15 Temmuz darbe girişimine giden süreçte gerçek yüzünü Aralık 2013’te gösterdi.

Türkiye’de Aralık 2013’te İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen operasyon, FETÖ’nün hükümete karşı yürüttüğü operasyonların başlangıcı kabul edildi.

Kamuoyunda “17-25 Aralık süreci” olarak anılan ve FETÖ/PDY’nin faaliyetleri için milat sayılan süreç, 17 Aralık 2013’te İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 3 soruşturmada, iş adamı, bürokrat ve memurların da bulunduğu çok sayıda kişiye yönelik “kara para aklama”, “altın kaçakçılığı” ve “kamu görevlilerine rüşvet” iddialı operasyonla başladı. Operasyonda gözaltına alınan 66 kişiden iş adamı Rıza Sarraf ile Salih Kaan Çağlayan ve Barış Güler’in de arasında bulunduğu 14’ü tutuklandı.

FETÖ/PDY kapsamında meslekten ihraç edilen ve halen firari olarak aranan özel yetkili savcı Muammer Akkaş, 25 Aralık’ta o dönemde Başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın da arasında olduğu 96 kişi hakkında gözaltı kararı aldırdı. 17 Aralık operasyonunda görev alan polislerin yerine atanan polisler ise gözaltı kararlarını uygulamadı.

FETÖ/PDY’nin “hükümete ilk darbe girişimi” olarak kabul edilen 17-25 Aralık operasyonlarının yankıları devam ederken, örgütle mücadeleye hız verildi. 2014’ün ilk günlerinde, FETÖ’nün kumpas davaları olarak kabul edilen Balyoz ve Ergenekon davalarıyla ilgili yeniden yargılama yolunun açılması gündeme geldi.

Bu kapsamda, kumpas davalarının savcısı olarak tanınan İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Zekeriya Öz, 7 Ocak’ta Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekilliğine atandı. 2010’daki Anayasa değişikliğinin ardından FETÖ’cülerin eline geçtiği değerlendirilen HSYK’nın yapısının değiştirilmesi için çalışma başlatıldı. HSYK adli yargı kararnamesi ile 20 hakim ve savcının görev yeri değişti. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı Bölge Adliye Başsavcılığına, İstanbul Başsavcıvekillerinden Fikret Seçen Gebze’ye, Cihan Kansız Sakarya’ya, Ercan Şafak Kocaeli’ye, Ali Güngör de İstanbul Anadolu Cumhuriyet Savcılığına atandı.

MİT tırlarının durdurulması

17-25 Aralık sürecinin ardından yeni yılın ilk ayında, Adana’da, Cumhuriyet Savcılığının talimatıyla MİT’e ait 3 tırın, jandarma ekiplerince durdurularak aranması gündemde geniş yer tuttu. Jandarma ekipleri, 19 Ocak’ta Adana-Ceyhan istikametinde seyreden 3 tırı durdurarak aradı. Adana Valiliği, “3 araçta Cumhuriyet Savcılığının talimatı ile yapılan kontrollerde, Milli İstihbarat Teşkilatının rutin görevlerini ifa eden personelin bulunduğunu” duyurdu.

Yargıdaki FETÖ mensuplarının temizlenmesi amacıyla çalışmaların hızlandığı 2014 başında, HSYK, bazı başsavcıların da arasında bulunduğu 96 hakim ve savcının görev yerini değiştirdi.

HSYK, MİT tırlarını aratan özel yetkili Adana Cumhuriyet Savcısı Aziz Takcı’nın yetkisini kaldırdı. Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 10. maddesiyle görevli Adana Cumhuriyet Başsavcıvekili Ahmet Karaca ile aynı birimde görevli Mustafa Sırlı’nın da yetkileri kaldırıldı. İstanbul merkezli soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcıları Celal Kara, Mustafa Erol ve Mehmet Yüzgeç’in de yetki alanları değiştirildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan, TMK’nın 10. maddesiyle görevli İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekilliğince yürütülen 25 Aralık soruşturması kapsamında 5 Şubat 2014’te ifade verdi.

Zekeriya Öz düz savcı yapıldı

HSYK Kararnamesiyle 11 Şubat’ta 166 hakim ve savcının yeri daha değişti. Bakırköy Başsavcı Vekili Zekeriya Öz, Bolu’ya savcı olarak atandı.

İstanbul 19. Sulh Ceza Mahkemesince 14 Şubat’ta, İstanbul merkezli soruşturma kapsamında, eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın da aralarında bulunduğu 6 kişinin tahliyesine karar verildi.

Erdoğan, 16 Şubat’ta yaptığı açıklamada, Adana’da durdurulan tırlarla ilgili ”MİT mensuplarına silah doğrultuyorlar. Yere yatırıyor, tekmeliyorlar. Kimin talimatıyla oluyor bu biliyor musunuz? Emniyetin, jandarmanın içine sızan paralellerin talimatıyla, yargının içine sızan paralel savcının talimatıyla oluyor. İşte bunlar, yurt dışındaki odaklardan talimat alarak, kendi ülkelerinin istihbarat teşkilatına silah doğrultacak kadar vatana ihanet içindeler.” ifadelerini kullandı.

Milli Güvenlik Kurulu’nun 26 Şubat 2014’teki toplantısının ardından, “Ülke genelinde güvenliği ilgilendiren hususlar ve yürütülen çalışmalar değerlendirilmiş, bu kapsamda halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanmalar ve faaliyetler görüşülmüştür.” açıklaması yapıldı.

HSYK’nın yapısı değişti

HSYK’nın yapısını değiştiren kanun, 27 Şubat 2014’te yürürlüğe girdi. HSYK Başkanı da olan Adalet Bakanına geniş yetki veren kanunun yürürlüğe girmesiyle HSYK’da Genel Sekreter ve Genel Sekreter yardımcılarının da arasında bulunduğu birçok personelin görevleri sona erdi.

28 Şubat’ta, 17 Aralık soruşturması kapsamında tutuklanan Rıza Sarraf, Barış Güler ve Kaan Çağlayan’ın da aralarında bulunduğu 5 kişi tahliye edildi.

Tüm Ergenekon sanıkları tahliye edildi

FETÖ’nün özellikle yargıda yapılanmasının temizlenmesi sürerken, FETÖ’nün kumpas davalarından Ergenekon davasıyla ilgili Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurulardan 2014 Mart’ta karar çıktı.

Yüksek Mahkemenin, Ergenekon davasında tutuklu yargılanan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un haklarının ihlal edildiğine karar vermesi ve uzun tutuklulukla ilgili düzenlemenin yürürlüğe girmesinin ardından tüm Ergenekon sanıkları tahliye edildi.

HSYK’da da çıkarılan kararnamelerle kritik yerleri tutan FETÖ mensuplarının görev yerleri değiştirilmeye devam edildi. Demokratikleşme paketinin yürürlüğe girdiği mart ayında, özel yetkili mahkemeler kaldırıldı.

FETÖ’nün usulsüz dinlemeleri ortaya çıktı

FETÖ’nün gizli yürüttüğü faaliyetleri de bir bir ortaya çıkmaya başladı. Mart 2014’te, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığında (TİB) yürütülen soruşturma çerçevesinde 509 bin 516 kişinin dinlendiği, 2012 öncesine ait birçok usulsüz dinleme kayıtlarının arşivden silindiği belirlendi.

Terör örgütünün eleman ve gelir sağladığı dershaneleri kapatan kanun, 14 Mart’ta yürürlüğe girdi.

İstanbul merkezli 17 Aralık soruşturmasındaki TOKİ dosyasına ilişkin, aralarında iş adamları Ali Ağaoğlu, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mehmet Ali Aydınlar ile eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar’ın da bulunduğu 60 kişi hakkında 2 Mayıs 2014’te takipsizlik kararı verildi.

HSYK, aynı gün İstanbul merkezli soruşturmaları yürüten savcılar Zekeriya Öz, Celal Kara, Muammer Akkaş ile şüphelilerin mal varlıklarına el konulması kararı veren hakim Süleyman Karaçöl hakkında soruşturma açtı.

Mayıs’ta Adana’da MİT tırlarının durdurulmasına ilişkin 13 askeri personel hakkında müebbet hapis cezası istemiyle dava açıldı.

Balyoz sanıklarına da tahliye

Türkiye’de 2014 yılının Haziran ayında ilk derece mahkemeleri ve yüksek yargı organlarının verdiği kararlar kamuoyunda geniş yankı buldu.

Anayasa Mahkemesinin verdiği ihlal kararının ardından Balyoz Planı davasında yeniden yargılama kararının çıktığı Haziran’da, aralarında MHP Milletvekili emekli Korgeneral Engin Alan, eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, eski MGK Genel Sekreteri emekli Orgeneral Şükrü Sarıışık ve emekli Albay Dursun Çiçek’in de aralarında olduğu sanıklar tahliye edildi.

Emekli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın da Yüksek Mahkemenin hakkında verdiği ihlal kararının ardından Yargıtay 9. Ceza Dairesince tahliyesi kararlaştırıldı.

TÜBİTAK, Erdoğan’a ait olduğu iddiasıyla 17-25 Aralık’ın ardından internete servis edilen ses kayıtlarının montaj olduğuna ilişkin rapor verdi. Raporda, “Konuşma bütünlüğünü sağlamak için kelimelerin dahi parça hecelerden oluşturularak, istenen yeni kelimenin türetilerek ortaya çıkarıldığı ilginç bir uygulama ortaya konmuştur.” tespitinde bulunuldu.

Yine Erdoğan’ın, Başbakanlık ve Keçiören’deki ikametinde bulunan çalışma ofislerine dinleme cihazı konulmasına ilişkin soruşturmada, eski Başbakanlık Koruma Daire Başkanı Mehmet Yüksel ve eski koruma müdürü Zeki Bulut’un da arasında bulunduğu 11 emniyet mensubu, 17 Haziran’da gözaltına alındı.

Emniyetteki paralel yapı operasyonları

25 Aralık soruşturması kapsamında şüpheli 96 kişi hakkında 1 Eylül’de takipsizlik kararı verildi. Kararda “Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı’nın örgüt lideri olarak gösterilmesi ve ‘dönemin başbakanı’ ibaresi kullanılmak suretiyle fezleke düzenlenmesi, soruşturmayı hazırlayanların hukuki bir soruşturma görünümü altında Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs ettiklerini ortaya koymaktadır.” denildi.

FETÖ/PDY’nin devlet kurumlarından temizlenmesi çalışmaları Eylül’de devam etti. İstanbul merkezli operasyon sonucunda aralarında eski İstanbul Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı’nın da bulunduğu 33 polis 1 Eylül’de gözaltına alındı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu, konuyla ilgili, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini yıkmaya çalıştıkları, casusluk yaptıkları, sahte evrak düzenledikleri, soruşturma belgelerini medyaya sızdırarak yayın yaptırmak suretiyle gizliliği ihlal ettiklerinin tespit edilmesi üzerine, eski mali şube görevlileri hakkında soruşturma başlatılmıştır.” bilgisini verdi.

HSYK’da seçim

2010’da halk oylamasıyla kabul edilen Anayasa değişikliğiyle yapısı değiştirilerek, terör örgütü mensuplarının kontrolüne geçen HSYK’nın, bu gruplardan kurtarılması için yapılan düzenlemelerin ardından seçime gidildi.

HSYK’nın 10 asıl 6 yedek üyesini belirlemek için 12 Ekim 2014’te yapılan seçimlerden, FETÖ mensuplarına karşı oluşturulan Yargıda Birlik Platformu (YBP) üyeleri galip çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye genelindeki hakim, savcılarımız, yargının ve mesleklerinin onuruna sahip çıktılar ve yargıyı ele geçirmeye çalışan, vicdanlara ipotek koymaya çalışan yapıya gereken cevabı sandıkta verdiler.” ifadesini kullandı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul merkezli 17 Aralık soruşturması kapsamında, iş adamı Rıza Sarraf ile Barış Güler ve Salih Kaan Çağlayan’ın da aralarında bulunduğu 53 kişi hakkında 17 Ekim’de takipsizlik kararı verdi.

FETÖ’nün kumpas davalarından Balyoz Planı davasında, Anayasa Mahkemesinin “haklarının ihlal edildiğine” karar verdiği 236 sanığın yeniden yargılanmasına 3 Kasım 2014’te başlandı.

Genelkurmay Başkanlığının internet sitesinden 22 Kasım 2014’te yapılan açıklamada, “Türk Silahlı Kuvvetleri, hiçbir legal görünümlü illegal yapılarla ve illegal tüm odaklarla, irtibat ve iş birliği içinde olmamıştır. Bundan sonra da olmayacaktır. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri milli bir ordudur. Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki paralel yapılanmayla ilgili söylem ve iddialara yönelik olarak, ilk günden itibaren kapsamlı olarak hem idari hem de adli inceleme başlatılmış, elde edilen tüm bilgiler en ince detayına kadar değerlendirilmiş, iddia sahiplerinin bilgisine başvurulmuş ve konu üzerindeki çalışmalar yoğunlaştırılmıştır.” ifadelerine yer verildi.

Yüksek yargı, örgütün elinden kurtarıldı

Özellikle 2010’daki yeni yapılanmanın ardından seçilen 160 üyeyle örgütün çıkarlarına göre şekillenen Yargıtayda, 2011-2013 döneminde Pensilvanya’nın vizesi olmadan hiçbir daireye başkan seçilemedi. İstenmeyen üyenin aday olması durumunda başkanlık seçimleri kilitlendi. Terör suçlarına bakan Yargıtay 9. Ceza Dairesi, tazminat davalarına bakan 4. Hukuk Dairesi, memur suçlarına bakan 5. Ceza Dairesi gibi önemli dairelerinde örgüt üyelerinin bulunması sağlandı. Sonradan ortaya çıkan beyanlar, örgüt üyesi yargı mensuplarının önemli davalarda Pensilvanya’nın talimatıyla kararlar verdiğini gösterdi.

HSYK seçiminin ardından etkinliği kırılan terör örgütünün, yüksek yargıdaki etkinliğinin de kaldırılması için 15 Aralık 2014’te Yargıtaya 144, Danıştay’a 33 yeni üye gönderildi.

İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği, İstanbul merkezli ”paralel yapı” soruşturması kapsamında, şüpheli Fethullah Gülen hakkında 19 Aralık 2014’te yakalama kararı çıkardı.

Yılın son günlerinde, Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca ile bazı emniyet görevlileri tutuklandı.

Paralel örgütlenme ile gizlice başta siyaset, mülkiye, adliye, maliye, askeriye ve emniyet olmak üzere devletin tüm kılcal damarlarına sızan FETÖ/PDY’ye yönelik operasyonlar 2015’te de devam etti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu ve Necdet Özel’in de arasında bulunduğu devlet büyüklerinin kriptolu ve normal telefonlarının usulsüz dinlenmesine ilişkin eski TİB Başkanvekili Osman Nihat Şen ve eski Bilgi Sistemleri Daire Başkanı İlhan Elieyioğlu’nun da arasında bulunduğu birçok kişi, 2015 yılı Ocak ayında gözaltına alındı ve tutuklandı.

HSYK, 15 Ocak’ta, başsavcıların da arasında olduğu 888 hakim ve savcının görev yerini değiştirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan aynı günlerde, “Artık inlerine girilmiştir. Ülkemizi uluslararası alanda terörle özdeşleştirme çabalarının aslında hangi dertlerden, hangi sıkıntılardan kaynaklandığını gayet iyi biliyoruz. Türkiye’yi yolundan, hedeflerinden alıkoymak için içeride ve dışarıda hangi çevrelerin ittifak içinde olduğunun gayet iyi farkındayız. Hangi kazanlarda hangi fitnelerin kaynatıldığını, kimlerin bunların ateşine odun taşıdığını da önüyle arkasıyla çok iyi görüyoruz” açıklaması geldi.

O güne kadar “paralel devlet yapılanması” olarak anılan Fetullah Gülen cemaati için “Fetullahçı Terör Örgütü” ifadesi ilk kez Şubat 2015’te kullanıldı. İstanbul merkezli 12 ilde düzenlenen operasyona ilişkin fezlekede Fetullah Gülen’in de arasında bulunduğu 80 şüpheli yer aldı.

KPSS’de usulsüzlük iddialarına ilişkin soruşturmanın başladığı Mart’ta, gazeteci Mehmet Baransu da “Balyoz Planı” davası sanıklarına “kumpas” kurulduğu iddiasına ilişkin soruşturmada tutuklandı.

TSK’nın yarım asırlık sırlarını ele geçirmek amacıyla FETÖ’cü yargı mensuplarının başlattığı Kozmik Oda soruşturması 11 Mart’ta takipsizlik kararıyla sonuçlandı. HSYK, soruşturmanın eski savcısı Mustafa Bilgili ile Kozmik Oda’da arama kararı veren Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri hakkında inceleme kararı verdi.

Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesince 31 Mart 2015’te yeniden görülen “Balyoz Planı” davasında 236 sanığın beraati kararlaştırıldı.

İddianamede ilk kez FETÖ ifadesi

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Nisan’da “devleti itibarsızlaştırmak ve devletin iş yapamaz hale geldiği” algısı oluşturmak suçlamasıyla 4’ü polis 7 kişi hakkında açtığı davanın iddianamesinde ise ilk kez “Fetullahçı Terör Örgütü-FETÖ” ifadesini kullandı.

Yine Nisan ayında, İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Metin Özçelik ile İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Mustafa Başer, “Paralel Yapı” soruşturmasında Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca ile bazı emniyet personelinin de aralarında bulunduğu tutuklu zanlıların salıverilmesine karar verdi. Yetkileri bulunmadığı halde bu kararı veren Özçelik ile Başer HSYK tarafından açığa alınıp tutuklanırken, tahliye kararları “yok hükmünde” sayıldı.

HSYK’nın savcılar Zekeriya Öz, Celal Kara, Muammer Akkaş, Mehmet Yüzgeç ile hakim Süleyman Karaçöl’ü meslekten ihraç ettiği Mayıs ayında ise Adana ve Hatay’da MİT’e tırlarının durdurulmasına ilişkin gözaltına alınan eski Adana İl Jandarma Komutanı Kurmay Albay Çokay, eski Adana Cumhuriyet Başsavcısı Bağrıyanık ile savcılar Takçı, Şişman ve Karaca tutuklandı.

Yargıtay 16. Ceza Dairesinin, “Devrimci Karargah Örgütü” davasında yargılanan eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’ya “örgüt üyelerine yardım” suçundan verilen hapis cezasını bozduğu Mayıs’ta, savcılar Zekeriya Öz, Celal Kara, Muammer Akkaş, Mehmet Yüzgeç ile hakim Süleyman Karaçöl meslekten ihraç edildi, eski İstanbul İstihbarat Daire Başkanı Ali Fuat Yılmazer, Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin yürütülen soruşturmada tutuklandı.

Milletvekili genel seçimi için 7 Haziran’da sandık başına gidilen Türkiye’de, FETÖ operasyonları devam etti. Haziran ayında, Ramazan Akyürek, Ankara merkezli “usulsüz dinleme” soruşturması kapsamında tutuklanırken, çoğu Emniyet mensubu 50 kişi hakkında, siyasiler, gazeteciler, yargı mensupları ve iş adamlarının arasında bulunduğu 48 kişiyi usulsüz dinledikleri iddiasıyla Ankara’da dava açıldı.

Adana ve Hatay’da MİT’e ait tırların durdurulmasına ilişkin tutuklanan eski Adana İl Jandarma Komutanı ve eski Adana Cumhuriyet Başsavcısı ile 3 savcı hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle iddianame 3 Temmuz 2015’te tamamlandı.

Anayasa Mahkemesi, CHP’nin açtığı davada dershanelerin kapatılmasını öngören kanunu 13 Temmuz’da iptal etti.

HSYK 2. Dairesi, kamuoyunda “Selam Tevhid” olarak bilinen “Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü” soruşturmasında usulsüz dinleme talep ettiği ve bu yönde karar aldığı iddia edilen 54 hakim ve savcıdan 49’unu 14 Temmuz’da görevden uzaklaştırdı.

Ağustos’ta terör olaylarının artması ve şehit haberlerinin tekrar gelmeye başlamasına karşılık, terör gruplarına karşı güvenlik güçlerinin operasyonları hızlandı. Genelkurmay Başkanlığına Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar getirilirken, FETÖ operasyonları da sürdürüldü.

Eylül 2015’te, örgüte finans desteği sağladığı ve örgütün propagandasını yaptığı gerekçesiyle, Koza İpek Holding’in şirketlerinde arama gerçekleştirildi. Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın İpek hakkında, “terörizmin finansmanı, zimmet, terör örgütünün propagandasını yapmak” suçlarından soruşturma başlatıldı.

Futbolda şike davasında, aralarında Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım’ın da bulunduğu 36 sanığın “şike” ve “örgüt” suçundan beraatine karar verildiği Ekim’de, “Kafes eylem planı”, “Amirallere suikast”, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği yöneticileri hakkındaki iddialara ilişkin dosyaların birleştirildiği 84 sanıklı “Poyrazköy’de ele geçirilen mühimmat” davasında da tüm sanıklar beraat etti.

Gülen hakkında Kırmızı Bülten talebi

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, “takipsizlikle sonuçlanan 25 Aralık soruşturmasında usulsüzlükler yaptığı ve şüphelilere kumpas kurduğu” iddiasıyla aralarında bir numaralı sanık olarak Fetullah Gülen’in de bulunduğu 69 şüpheli hakkında hazırlanan iddianameyi 19 Ekim 2015’te kabul etti. Gülen hakkında kırmızı bülten çıkarılması amacıyla Adalet Bakanlığına yazı yazıldı.

Ekim’de Koza İpek Holding ve bünyesindeki şirketlere kayyum atandı.

İçişleri Bakanlığı, Terörle Mücadele Kanunu Kapsamına Giren Suçların Faillerinin Yakalanmasına Yardımcı Olanlara Verilecek Ödül Hakkında Yönetmelik kapsamında internet sitesi hazırladı. “www.terorarananlar.pol.tr” adresinde “Aranan Terörist” başlığıyla yayınlanan listede Fetullah Gülen, Cemil Bayık, Murat Karayılan, İlhami Balı ve Duran Kalkan ile birlikte “kırmızı kategoride” yer aldı.

Rus uçağı düşürüldü

Türk hava sahasını ihlal eden Rus savaş uçağı, 24 Kasım’da Türk jetlerince vuruldu. Kasım’da ayrıca, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül, MİT’e ait yardım tırlarının durdurulmasıyla ilgili soruşturma kapsamında tutuklandı.

HSYK, siyasetçiler, bürokratlar, iş adamları ve ünlülerin sahte isimlerle dinlenmesine ilişkin yaklaşık 100 hakimle ilgili 6 Kasım 2015’te inceleme başlattı.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, “Selam Tevhid’de kumpas” soruşturması kapsamında firari şüpheliler Fetullah Gülen ve Emre Uslu, eski emniyet müdürü Yurt Atayün ve muvazzaf subayların da aralarında bulunduğu 55’i tutuklu 122 kişi hakkında hazırlanan iddianameyi de yine kasım ayında kabul etti.

Eski Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı hakkında, “Selam Tevhid” soruşturmasında kumpas kurulduğu iddiasına ilişkin soruşturma kapsamında, “silahlı terör örgütü kurmak veya yönetmek, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçlarından tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarıldı.

Yargıtay 11. Ceza Dairesi, Kasım’da, CHP İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner ve emekli orgeneral Saldıray Berk’le birlikte 14 sanığın beraatına karar verdi.

FETÖ bünyesinde faaliyet gösteren Kaynak Holding’e bağlı 19 şirket, bir vakıf ve bir derneğe kayyum atandığı Kasım ayında ayrıca, “Selam Tevhid’de Kumpas” soruşturması kapsamında, Ocak 2014’te Adana ve Hatay’da MİT’e ait tırların durdurulması eylemine karışan Ankara Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral İbrahim Aydın, Tuğgeneral Hamza Celepoğlu ve emekli Albay Burhanettin Cihangiroğlu tutuklandı.

KPSS sorularının sızdırılmasına ilişkin ilk dava Aralık 2015’te açıldı. 230 sanık, “nitelikli dolandırıcılık” ve “resmi belgede sahtecilik” suçlarının yanı sıra, “terör örgütü üyesi olmak” ile de suçlandı.

FETÖ soruşturmalarında 2016 yılı

HSYK 2. Dairesi, MİT tırlarını durduran savcılar Süleyman Bağrıyanık, Ahmet Karaca, Aziz Takcı, Özcan Şişman ile Yaşar Kavalcıklıoğlu’nu Ocak 2016’da meslekten ihraç etti.

“Tahşiyecilere kumpas” davası kapsamında tutuklu bulunan Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının FETÖ/PDY’ye ilişkin ana soruşturması kapsamında da tutuklandı.

Zaman gazetesini de bünyesinde bulunduran Feza Gazetecilik şirketine kayyum atandığı 2016 yılının ilk aylarında, Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesi, İstanbul’daki “askeri casusluk” davasında tüm sanıkların beraatine karar verdi.

Anayasa Mahkemesinin haklarında “ihlal” kararı verdiği ve İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nce tahliyelerine hükmedilen Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Dündar ve Ankara Temsilcisi Gül, tahliye edildi. Dündar ve Gül’ün, yargılanmasına 25 Mart 2016’da başlandı.

Yargıtay ise Ergenekon davasında yerel mahkeme kararını, 21 Nisan 2016’da bozdu. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesi, “Ergenekon terör örgütü”nün, kim tarafından, ne zaman kurulduğunun, suçlarının, hiyerarşik yapısının ortaya konulmaması, liderinin belli olmaması” gibi nedenlerle yerel mahkemenin “Ergenekon terör örgütünü” kabulünde isabet bulunmadığına hükmetti.

İzmir’deki, Askeri Gizli Bilgi ve Belge Bulundurma Davasında, “kumpas soruşturması”na ilişkin 29 Nisan 2016’da kabul edilen iddianamede, FETÖ/PDY’nin yargıyı, emniyeti ve Türk Silahlı Kuvvetlerini sadece rakiplerini bertaraf etmek için değil, siyaseti tanzim etmek, siyasi partilerin yöneticilerini değiştirmek, toplumdaki etkinliği, ticari faaliyetleri, stratejik öneme sahip kamu kurumlarını ele geçirmek, hükümeti yıkmak, kendi felsefesine uygun siyasi yapı oluşturmak için devlet içerisinde, devlet otoritesine karşı “paralel bir yapılanma” içerisinde bulunduğuna dikkat çekildi.

Terör örgütü elebaşı Fetullah Gülen’in ABD’den iadesine ilişkin çalışmalar Haziran’da hızlandırıldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Paralel devlet yapılanması adı verilen ihanet çetesinin akıbetini hep birlikte gördük, görüyoruz. Bir dönem neredeyse her alanda ülkemizin en büyük, en güçlü, en yaygın sivil toplum kuruluşlarını bünyesinde toplayan paralel yapı, ihanetinin ortaya çıkmasıyla sırça bir köşk gibi paramparça olmuştur.” dedi.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, FETÖ’ye yönelik ana soruşturmasının şüphelisi Fetullah Gülen’in iadesi için ABD’ye gönderilecek dosya 13 Temmuz’da tamamlanırken, Erzincan’daki “Ergenekon” davasının gizli tanıklarına hapis cezası verilen kararın gerekçesi de o günlerde açıklandı. Gerekçede, FETÖ/PDY’nin, silahlı terör örgütü olduğunun kabul edilmesi gerektiğine yer verildi. Böylece FETÖ/PDY’nin silahlı terör örgütü olduğu ilk kez bir mahkeme kararına girdi.

FETÖ’nün darbe girişiminden bir gün önce ise Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, örgütün elebaşı Gülen’in de aralarında bulunduğu 73 şüpheli hakkında hazırladığı “çatı iddianameyi”, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderdi.